Ruh Üzerine -2.1- ...Ölüm...
"Beden, biz farkında olmadan bizi ölümü izlemekten korkar bir hale sokmaktadır" Kadir YURTTAŞ
"Egonim, etrafını düşünemediğin de başlar" Kadir YURTTAŞ
"Ölüm sosyalliği yenip bireyi bireyselleştirdiğinde; ölüm, aynadaki görüntün ile senin yansıma olduğunu anlaman olacaktır." Kadir YURTTAŞ
Ölüm, organların bir daha çalışmaması, etlerinin çürümesi bedeninin büyük kısmının doğaya karışması bunlar mıdır?
Kimyasal olarak düşünülürse bu olaylar tamamen ölümdür ancak ölüm her ne kadar kimyasalsa işte o kadar sosyolojiktir aslında. İnsanlar, tanıdıkları insanları tekrar göremeyeceklerini anladığında yas tutmaya başlarlar. Hiç kimse, bir insanın sinir sistemi bir daha çalışmadığı için yas tutmaz yahut hiç bir cenaze marşı bir daha asla ısı üretmeyecek bir beden için yazılmamıştır, yazılmaz da.
Fiziksel kimyasal ölüme baktığımızda her insanın aynı biçimde ölmediğini gözlemleriz yani bir insanın kalbi durunca üstüne çöken bir ağrı ya da bağırsakları iflas ettiğinde kaçınılmaz bir yok oluş hissi değildir ölüm. Bu farklı ölme hissi egonim kavramı ile alakalıdır. Egonim kısaca ölüm ızdırabı olarak tanımlanabilir yani ölüme çok yaklaşan bireylerin hissettiği her şey egonimdir. Egonime göre ölmek üzere olan bir hasta ölümü bir kaç kez tadar.
İnsan hayatı boyunca diğer insanların kafasında kendisini nasıl oluşturduklarını düşünerek sosyallik kavramını ortaya çıkarmıştır. Ve beyinde fiziksel acıyı işleyen bölge ile sosyolojik acıyı işleyen bölge aynıdır. Yani siz sevgilinizden ayrıldığınızda hissettiğiniz acı da kolunuzun kopmasının verdiği acı beyinde aynı yeri tetikler. Bunun edeni ise insan varlığı boyunca beraber hareket ederek hayatta kalmayı başarmış, buzul çağını böyle atlatmış bir canlı vücudu da, beyni de buna göre evrimleşmiştir. Beden, günümüzdeki hali ile yalnız kaldığında bireye bir şeylerin yanlış gittiği hissini vermektedir.
Bu hisler yüzünden sosyal acılarımız bizi derinden rahatsız etmektedir. Ölüm o kadar geri döndürülemez, o kadar nihai bir kavram ki insanlara yalnızlığın ebedi olduğunu gösteriyor. İşte bu durum beden, biz farkında olmadan bizi ölümü izlemekten korkar bir hale sokmaktadır.
Bir hasta, hastaneden yatarken ve bu esnada yanındakiler ile sohbet ederken onları, kendini, görünüşleri ve benzeri şeyleri düşünecektir ancak fenalaştığında hasta artık etrafındakileri düşünmediği bir noktaya gelecektir, sadece kendi ile ilgilendiği bir noktaya gelecektir. Ve kafasında bir fikir oluşacaktır "şu saniyeden sonra bana kimse yardım edemez, artık kimse yok, bitti". Bu fikir ile sosyallik biter ve o kişinin ikinci bireysel olayı ölüm gerçekleşmeye başlar.
Şimdi ise Ölümün kişiye yaptığı fiziksel olaylara bakalım. Ölüm başladığında serabral korteks kapanır artık dışarıdan mesaj alamaz hale geliriz. Sonrasında omurilik, epifiz bezine öleceğinizi bildirir. Ve epifiz bu mesajı aldığında DMT salgılar.
Şizofreni hastalarının dış dünyaya kapalı hayatlar seçmeleri bedenlerinde sağlıklı bireylere göre oldukça fazla DMT bulunması ile yakından ilintili olabilir. Bu durum DMT'nin bilince pek de gözlemlenebilir hayatlarımız hakkında bişeyler yapmadığını gösterir. Şizofrenisi sürekli artan
Louis Wain'in yıllar boyu çizdiği kedilerin DMT'nin evreni anlamamızı ne kadar değiştirdiğini görmekteyiz.
çizdiği kediler başta normal iken sonraları boyut kaybetmeye, kedilerin bulundukların mekanların yok olmaya başlayıp sonrasın da kediye dahil olmasına ondan da sonra kedinin tek bir şekil olmasına neden olan garip bir etkisi vardır şizofreni ile beraber artan DMT'nin. DMT ve şizofreni arasında bulunan koreleksiyona göre biz ölüm anında şizofren oluyoruz ve evreni tek bir şekil, tek bir nokta olarak algılama yoluna gidiyoruz.
Ölüm sosyalliği yenip bireyi bireyselleştirdiğinde; ölüm, aynadaki görüntün ile senin yansıma olduğunu anlaman olacaktır.
Kadir YURTTAŞ


0 yorum